Şeyh Ebû Hamza Horasânî (r.h.)’ın başından geçen şu hâdise Allah’ı vekil kılmaya güzel bir misaldir. O, şöyle anlatıyor:
Bir yıl hacca gidiyordum. Yolda bir kuyuya düştüm. Yardım isteme konusunda nefsimle mücadele ettim. Kendi kendime: “Allah’a yemin olsun ki kimseden yardım istemeyeceğim” dedim. Daha bu düşünce kafamdan gitmeden kuyunun başına iki adam geldi. Biri diğerine: “Gel şu kuyunun ağzını kapayalım da içine kimse düşmesin” dedi. Kamış ve çerçöp getirip kuyunun ağzını kapadılar. Bağırıp yardım isteyeyim diye niyetlendim, sonra kendi kendime: “Onlardan sana daha yakın olana sığın” dedim ve sustum. İşimi Allah’a ısmarladım. Bir saat geçmişti ki bir şey gelip kuyunun ağzını açtı ve ayağını sarkıttı. Sanki ondan çıktığını hissettiğim bir sesle: “Bana yapış” diyordu. Ayağına yapıştım ve beni kuyudan çıkardı. Bir de ne göreyim karşımda bir yırtıcı hayvan! Beni kurtarıp çekip gitti. Bu arada bana hâtiften: “Ey Ebû Hamza! Telef edici bir hayvanla seni helak olmaktan kurtarmamız daha güzel değil mi?” diye bir ses geldi. (Bursevî, Ruhu’l-Beyân, V, 434-435)
Şunu ifade etmek gerekir ki, naklettiğimiz bu menkıbe doğru ve güzel olsa da, bu ancak tevekkül konusunda Ebu Hamza mertebesinde olanlar için geçerlidir. Dolayısıyla sıradan insanların kendisini o mertebede görmemesi ve mânevî hali nasıl bir tevekküle müsaitse ona uygun davranması gerekir. Ancak kul Allah’a tevekkül ederken, O’nun zatı ve sıfatlarıyla ilgili şu hususu dikkatten uzak tutmamalıdır.